Dünyanın Gölgesinde İman
Dünyanın Gölgesinde İman! İnsanoğlu bir nefes var olduğu bu dünyanın seraplarından ibaret olan hayali gerçekliğine bağlanma arzusu, gerçekliği sadece duyu organlarına bağlayıp, insanı sadece bir bedenden ibaret bilen, ruhun varlığının ötelendiği, gerçeğin uzak bir ufuktan göründüğü karanlık bir döngüye sıkışması hayatın umudun, hayallerin sadece bu dar pencereden görülebilen kadarını elde etme aşkı, insanı kısır bir yaşama sürüklemektedir. Hayatın zenginleşmesini sadece bedenin ihtiyaçları olarak ele alıp yalnızca ona göre şekillendirmek bireyi anlamlandıramadığı huzursuzluklara sevk edecektir.
İnsanın iç dünyasını görmezden gelerek varlığını sadece bu dünya ile sınırlamak, var oluşunu teoriler üzerinden sadece maddeye indirgeyerek kendi gerçekliğini bir tesadüf olarak algılayarak ve yaşamı yalnızca bu bulgular üzerine dizayn etmek insanı var olan gerçeklikten uzaklaştırmaktadır. Bu uzaklaşma neticesinde düşünsel olarak insanın faydasına olarak üretilen ne varsa sadece bedenin varlığı üzerinden yola çıkılarak oluşturulduğu için çözüm noktasında hep eksik kalmaktadır. Peki, Duygular hakkında bilinen ve bilinmeyen bilgiler nelerdir?
Yaradılışı itibarıyla hep bir arayış içerisinde olan insanoğlu kendisine tesir eden manevi yönünü aramış, dünyaya gelme nedenini sorgulamış, kimileri ilahi kelamlara mazhar olup nasiplenmiş kimileri ilahi kelamlara yüz çevirmiş ya da hiç vakıf olamamışlardır. Farklı fikirlerin çatışmasındaki zenginliği görebilen, maddeden çok ötesini görebilen insanlar fıtratlarıyla yollarının birleşmesinde ki huzuru tadabilmişlerdir. Maddeyi bilip ona sadece itibar edenlerse huzuru hep arar olmuşlardır.
İnsanın gelip geçici olana tutkusu, onda kendisini görmesi midir? Onun kayboluşuyla kendi sonunu örtüştürmesi midir? Oysaki insan bu dünya tarlasında sadece hasada gelmiş değil midir? Herkes heybesini doldurduğu ölçüde karşılığını almayacak mıdır?
Reddedip algılayamayan ya da inkarını hayatıyla birleştirenlerin içinde bulunduğu huzursuzlukları, doyumsuzluklarının nedeni bellidir. Öyleyse İman edip kul olan, bedeninden gayrı ruhunun bilincinde olan insanların bu dünyanın parıltısına meyletmeleri nedendir?
Dijital çağda kendini kaybetmek
Bütün insanların küresel iletişim araçlarıyla birbiriyle görüşebildiği, tüm fikirlerin ulaşılabilir olduğu, bütün kaynakların rahatlıkla bulunabildiği bu çağda teknoloji kadar toplumların yaşantıları da değişmiştir. Giyimden müziğe, spora kadar bilinen bütün alanlar sürekli bir gelişim ve etkileşim halindedir. Bu etkileşimlerin neticesinde eskiden çok zor olan kültürel aktarım şu an aniden oluşabilmektedir. Bu etkileşimi fark edebiliyorken ne yazık ki ona engel olma ya da kendi dilini, kültürünü koruma noktasında kendimizi savunma olgularımız hiç işletilememektedir. Kendimize ait, özümüze dönük, binlerce yıldır geliştirdiğimiz kültürümüzü belki de yakın zamanda bütünüyle mezara koyacağız. Peki kazanım olarak aldığımız, kendimizi yansıtıyor gibi benimsediğimiz kültürel akımlar, sözde modaya uygun kıyafetler, İngilizcenin boyunduruğuna vurulan öz Türkçemizin çırpınışlarında ki yanlışlığı nasıl idrak edemiyoruz.
Gelişim kisvesi altında yürütülen kültürel asimilasyonun asıl hedefini dinimiz oluştursa da, bu hareketin bizden geriye tek bir nefes dahi bırakmayacağı aşikardır. Sorgulamadan sahiplendiğimiz bütün yabancı fiillerin bizlere sunulduğu gibi masum birer olgu olmadığı, aksine bizi özümüzden koparıp büyük hayaller kurmamızın önünde ki en büyük prangalar olduğunu bilmemiz gerekir. Kendisine yabancılaşan bir bireyin diline, özüne, mazisine yönelip bir şeyler katması olanaksızlaşır.
Dünyanın Gölgesinde İman nedir
Kendi geçmişinin zenginliğini kullanıp yeni eserler üretmek yerine, tembelliğin kollarında kendisine sunulanı sorgulamadan kabul etmek şüphesiz gelecek nesillerin bağımsızlığı için çok büyük sorun oluşturacaktır. Özgür olmak için evvela hür bir şekilde düşünmek gerekir. Bunun içinse bağımsız yaşamak, kendi dilini, dinini özgürce hissetmek şarttır. Bütün bu hissedilemeyen kültürel işgalin engellenmesi içinse ilk olarak kendi gerçeklerimizle örtüşen olgulara sahip çıkıp zenginleştirmek gerekmektedir.
Güçlü medeniyet sağlam iman gerektirir
Geçmişte kurduğumuz medeniyetlerin özü insan yetiştirmesini başarabilen sistemlerin kusursuz işletilebilmesinde saklıdır. İnsana herhangi biz zanaatı yapmayı öğretip ama ahlaki olarak boş bırakarak yol almamız olanaksızdır. Ya da sadece dini gelişimi esas alıp insanda ki ahlaki gereklilikleri es geçerek de medeniyeti oluşturacak unsurları oluşturamayız. İnsanın gelişiminde karakter gelişimini ön plana çıkararak ahlaki ve toplumsal öğeleri eğitimin merkezine oturtmamız gerektir.
Bu coğrafya da yaşama nedenimiz inandığımız dinin evrensel yayılım alanı olarak bu topraklara ulaşması ve bunun bizim milletimiz aracılığıyla vuku bulmuş olmasıdır. Gaza anlayışının ışığında gönüllerinde ki iman ile bu beldeleri İslam ile şereflendirip insanı da bu çerçevede yetiştirerek büyük bir medeniyet oluşturmayı başarabilmişiz. Peki kültürel olarak çöküşte olduğumuz bu nokta da geçmişimizden ders çıkarıp yeniden büyük bir medeniyet oluşturmayı başarabilir miyiz?
Dünyanın hazır olan tuzakları
İslam ile şereflenen gönüllerin bu yolda ki yolculukları pek çetin geçmektedir. Öncelikle düşünmeden, sorgulamadan taklidi olarak iman eden kişiler, din simsarlarının oyunlarına çok kolay bir şekilde gelmektedir. Unutulmamalıdır ki din bir kişinin tekeline bırakılabilecek bir olgu değildir. Kuran ve sünnet dışına çıkan bütün oluşumlardan farklı yorumlardan uzak durulması oldukça önemli bir noktadır. Dine hizmet ediyor kisvesi altında yürütülen bu oluşumlar dini tam manası ile idrak edemeyen Müslümanlar için köleliklerinin başlangıcını oluşturur. Geçmişinde zamanın en büyük medeniyetini kuran bu toplumun bugün düştüğü seviyeyi algılamamız açısından bu kölelik oldukça önemlidir.
Dine hizmet etme bahanesi altında din tüccarlarının faaliyetlerinin yanı sıra insanın nefsani olarak da sınandığı unutulmamalıdır. Haramların helalleştirilmeye çalışıldığı, ayetlerin adeta bir romanın parçasıymış gibi aktarıldığı, kutsal değerlerimizin taşıdığı kutsiyetin önemsizmiş gibi aksettirildiği bu dönemde imanı korumak oldukça zordur.
Bizler kendi değerlerimize sahip çıkmazsak başka kimse gelip de bizim özümüze ait olan değerlerimizi yüceltmez, bilakis ayaklarının altına almanın hazzını doya doya yaşar.
Alimlerimiz yazmaktan, cahillerimiz okumaktan uzak oldukça bu devran böyle dönüp gider. En kısa sürede bizlere karşı yürütülen bu kültürel savaşa karşı gerek edebiyatımız ile gerek dilimiz, dinimiz ile gerekli cevabı vermeliyiz. Verebilecek güçte olduğumuzu sorgulamaktansa ellerimizi taşın altına koyup bir an evvel alın terlerimizi toprakla buluşturmalıyız.